3 Aralık 2010 Cuma

GEREKLİ OLAN SADECE PARA DEĞİL

Nostaljiyi seven bir insan olarak 80'li yıllardaki futbolu özlediğim zamanlar oluyor. Yanlış anlaşılmasın, Türkiye'de oynanan futbolu değil, futbolun içindeki etkenleri özlüyorum. Tribünlerin yarı yarıya paylaşıldığı derbileri, bir takımda yer alabilecek 3 yabancı kuralı ve bunun gibi şeyleri (Bunlar da sanırım ayrı bir yazının konusu olacak). Çarşamba akşamları art arda oynanan Avrupa Kupası maçlarında (Kupa Galipleri, UEFA ve son olarak Şampiyon Kulüpler Kupaları) takım ayırt etmeksizin her Türk'ün aynı heyecanı yaşamasını. Kazanmamızın çoğu zaman sürpriz sayıldığı, özellikle Beşiktaş'ın Avrupa Kupaları'nda büyük şanssızlık yaşadığı senelerdi. 90'lı yıllarda yaşadığımız futbol evrimi ve 2000 yılında kazandığımız UEFA Kupası ile Avrupa mücadeleleri bizim için artık farklı. Ama göreceli de olsa, zaten geç başlayan gelişimimize bir de uzun başarısızlık dönemleri eklememiz bizi sıkıntıya sokuyor. İleride de başımızı ağrıtacak.

Şampiyonlar Ligi'nin para babalarının oyun sahası olduğu günümüzde Türk takımları için en gerçekçi hedef UEFA Kupası. Özellikle 2004-2005 sezonunda CSKA Moskova'nın şampiyon olması, 2000'de Galatasaray'ın "başkaları tarafından" beklenmeyen şampiyonluğunu saymazsak, yeni bir dönemin başlangıcı oldu. 80'li yıllarda Steaua Bükreş ve Kızılyıldız gibi takımların Şampiyon Kulüpler Kupası'nda fırtına gibi estiği günleri (bu da o dönemleri özlememin bir başka sebebidir) hatırlatan bir dönem bu sefer UEFA Kupası'nda başladı. Şampiyonlar Ligi'nde nefesi belli bir yere kadar yeten takımlar için yeni bir hedef oldu. Yarışmanın formatı biraz da cilalandıktan sonra, bu takımların kupayı kazanmak için mücadele etmekten başka çareleri kalmadı. Sevilla, Zenit, Shaktar Donetsk ve son olarak Atletico Madrid bu kupayı kazanarak "B sınıfı" diyebileceğimiz takımlar arasında ayrıcalıklı bir yer edindiler. Favori sıfatı sahibi olmak, kullanabilen için, büyük bir özgüven sağlar. Bugün hangi takımımız bu rakiplerden biriyle oynadığında "Kesin kazanırız" diye sahaya çıkabilir? Sanırım hiçbiri. Hele bu sene elendiğimiz takımları düşünürsek!

Takımlarımız adam gibi yönetilebilirse, UEFA Kupası 100 yılda bir kazanılabilen bir hayal ürünü olmaktan ötesi olacaktır. Bunun için elimizdeki en başarılı takımsal veri Efes Pilsen Basketbol Takımı'dır. Türkiye'nin Avrupa'da takım sporlarındaki ilk şampiyonluğunu kazandığı Koraç Kupası ile yeni bir çağ başlatan takım, yıllardır Avrupa'da başarıyla mücadele ediyor. İlk maçtan itibaren kupayı kazanmaya inançları olan yetenekli oyuncular, oyunu çok iyi bilen teknik kadrosu ve takımın bütün ihtiyaçlarını karşılayan yönetimiyle bir bütün oldular. Tabii ki takımın sahadaki lideri Petar Naumoski de bir fenomendi. Bu ruhu tekrar bir araya getiren takımlar başarılı olacaklardır. Galatasaray da neredeyse buna benzer bileşenlerle başardı. Diğerleri onların başarılarını "tesadüf" olarak görmeyi bir yana bırakıp, örnek alınması gereken taraflarını almalılar. Böyle bir hareket en azından başarıya giden yollarını kısaltır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder