24 Kasım 2011 Perşembe

SILA ÖZLEMİ

Dün gazetede Diego Lugano'nun "Dönmek İstiyorum" başlıklı feryatlarını görünce biraz şaşırdım, biraz da hoşuma gitti açıkçası. Söz konusu Türk gazeteleri olunca, haberin doğruluğu konusunda da çekincelerim oluyor elbet. Ama bu yazı, haberin doğru olduğu dikkate alınarak yazılmıştır.

Diego Lugano, Fenerbahçe'ye transfer olduğu sene, dönemin en iyi defans oyuncularından biri olarak adlandırılıyordu. Kısa sürede bunun laftan ibaret olmadığını da gösterdi. Mücadelesi, hırsı ve attığı goller, onu Türkiye'ye gelen unutulmaz yabancı oyunculardan biri haline getirdi. Ama kendisinin büyük bir sıkıntısı da vardı. Göz doldurup Avrupa'da adı duyulmaya başladıktan sonra, neredeyse her sezon Avrupa'ya (özellikle İtalya'ya) transfer olacağı dedikoduları ise hiç hoş değildi. Hepimizin alıştığı kampa geç katılma olgusunun yanına transfer tehdidi ile ücret arttırımı için sürekli kullanması yakışık almayan bir durumdu. Sonunda hiçbir yere transfer olamayıp takımına geri dönüyordu. Ama taraftar onu hep bağrına bastı. Diğer takım taraftarları ise nefret etti. Aslında bunu en iyi Galatasaraylılar anlar. Bülent Korkmaz, Galatasaray ve onun dışındaki takım taraftarları için ne ifade ediyorsa; Diego Lugano da aynı hesap! Enteresan olan ise kendisiyle yapılan sözleşmeydi. Kimin oraya koyduğunu çok merak ettiğim "3 milyon Euro'ya serbest kalır" maddesi, Fenerbahçe'ye pahalıya patladı. İyi futbolcudan önce iyi yönetici transfer etmemiz gerekliliğine bir güzel örnek daha!

Diego Lugano, dünyanın en güzel şehirlerinden birine, Paris'e gitti. Şimdi orada aradığını bulamadığı, İstanbul'u özlediği haberleri çıkıyor. Aklıma hemen "Hakan Şükür Sendromu" geldi. Yıllar içinde yabancı oyunculara bile bulaştırmışız. İstanbul, parası olana tabii ki güzel; ama bahsettiğimiz şehir de Paris! Gerçi sadece George Weah, David Ginola ve Leonardo'lu kadrosuna sempati besledim. Irkçı taraftarından nefret ettim. Özellikle 2001'deki Galatasaray maçında yaptıklarını hiç unutmadım. Şimdi ise Paris'te Şeyh Al Thani var. Yeni bir "Abramovich" hareketiyle karşı karşıyayız ve Diego Lugano da bu hareketin önemli parçalarından biri olabilirdi. Hala olabilir. İkili ilişkilerin ne kadar önemli olduğu, sporcuların her zaman profesyonel olması gerektiğine güzel bir örnek.

10 Kasım 2011 Perşembe

ÇOK DEĞİL, 2 SENE SONRA!

Yine tarihi bir maça çıkıyoruz. İkinci torba takımı olarak bekleneni gerçekleştirdik ve grup ikincisi olarak play-off'a kaldık. Her ne kadar dünyanın en iyi 3 takımından biri olan Almanya'ya karşı oynanan oyunlar kimseyi tatmin etmese de, grup lideri olmayı beklemiyorduk zaten. Bizim için asıl sıkıntı, kategori olarak altımızdaki takımlarla oynadığımızda ortaya çıkıyor. Zor anlarda şapkadan tavşan çıkartabilen Türkiye, kendinden daha güçsüz (kime göre olduğu tartışılır) rakiplere karşı herkesi şaşırtmayı başarıyor. Hatta sahada aldığım izlenim, rakip takımların kendilerini dünya kamuoyuna duyurabilecekleri en kolay maç Türkiye maçıymış gibi duruyor.

Takımımızın burada alması gereken en önemli ders; her maça aynı ciddiyetle çıkmak ve oynanan her rakibin hedefe giden yolda önemli birer engel olduklarının bilincinde olmaktır. Ama aynı durumu Brezilya 2014 elemelerinde de yaşayacağımız çok büyük bir ihtimal. İnsanın kendisini bilmesi ne güzel! Peki geçmişten gerekli dersler alındı mı? Bunu yarın göreceğiz. 2004'te Letonya -ki çok iyi bir takımdık- ve 2006'da İsviçre'ye elenmemiz ve sebep olduğu büyük silkelenme çok eski olaylar değil. Kaldı ki karşımızdaki rakip önemli bir ekolün başarılı ve istikrarlı bir temsilcisi. Kısa sürede (15 sene) yaşadıkları iyi jenerasyon geçişleri takdire değer.

2008'de aldığımız mucize galibiyetten mi, yoksa ülkede yaşanan sıkıntıların verdiği bıkkınlıktan mı bilemediğim bir umursamazlık var havada. Bu aslında işimize gelebilir. Oyuncularımızın genelde yaşadığı baskıyı biraz olsun azaltabilir. Ama umuyorum ki en az 2 farklı galibiyeti sadece Burak Yılmaz'ın ayağına bakmadan yakalarız. Aksi takdirde, rövanşta zor bir 90 dakika bizi bekliyor.

Bu turnuvaya gideriz veya gidemeyiz, ama Guus Hiddink'in durumu ne olacak,? Bunu çok merak ediyorum. "Türkiye'de durmadı" gibi sığ tartışmalardan dolayı değil, ama sahadaki takımın "onun" ruhunu yansıtan bir takım olduğu konusunda şüphelerim var. Sebebi, sadece bizim oyuncuların yetenek eksikliği olmamalı. O kadar da kötü değiller!