24 Temmuz 2012 Salı

SÜPER LİG HİÇ BİTMESİN!

Futbolu sevmeyen bir ülke olduğumuzu Euro 2012 sırasında bir kez daha anladık sanırım. İzlenme oranlarının ne olduğu konusunda bir fikrim yok, ama pek iç açıcı olduğunu sanmıyorum. Zaten sosyal ortamlarda konuşulan, maçlardan ziyade, Ömer Üründül ve Hikmet Karaman'ın yorumlarıydı. Şampiyona bitti ve hepimizin en sevdiği dönem olan transfer dönemine girdik. Bu sefer daha az yalan dolaştı ortalıkta. Sezon öncesi hazırlık kampları başladı. Yapılacak muhabbetler belli. Her gün biri gelecek, biri gidecek. Takım içi dengeleri korumak çok önemli tabii! Ama büyük oyuncuların gelmesi için de büyük paralar vermek lazım. Aksi takdirde, neden Türkiye'yi seçsin? Zaten 3 kulvarda mücadele eden takımlarımıza da böyle büyük isimler yakışır!

İlk haftalardayız. İyi futbol beklemeyin. Takımdakilerin birbirlerine alışma süreci, 6. haftada hazır oluruz, vs. 7-15. haftalar arası kıran kırana (!) mücadeleler. Devre arası yaklaşıyor. Yabancılar tatile erken çıkacak. Takımlar eksik kalacak. Büyük haksızlık! Bizim oyuncularımız bayramda oynamıyorlar mı? Konsantrasyon eksikliği yüzünden yapılan puan kayıpları. Takım tatile erken çıkmış! Avrupa'dan da elenmişiz zaten.

Devre arasında yapılması beklenen transferler. Devre arasında yapılan transferler takıma ne kadar katkı sağlar? Takımın ahengini bozar mı? Zaten lig tarihinde sadece 2 oyuncu takımlarına pozitif etki yapmış (Bkz: Marcio Nobre, Frank Ribéry). Pardon, üçüncü olarak da geçtiğimiz sezonki Necati Ateş transferini de sayabiliriz. Bu sebeple bu sene bu transferlerden beklentilerin arttığını görüyoruz.

İkinci devrenin başına geldik. Takım tatilden yeni çıktı. Yeniden alışma dönemine giriş. Yeni transferler ile takımın oyun düzeni de biraz değişti. Önemli derbi maçlarımız var. Hatta bir tanesi "dünya derbisi". Ama rakip takımın seyircisi stada alınmıyor. Ülkede hayat duruyor. Uzun uzun bitmeyen geyikler yapılıyor. Neyse, sonunda hayata döndük. Son haftalara giriyoruz. Kıran kırana mücadele var. Ama iyi futbol beklememek lazım. Skora odaklandık. Arada puan farkı varsa, bir an önce kapanmasını diliyoruz. Yoksa, taraftarın heyecanı biter. Sahadaki oyun da bundan etkilenir. Dekoder satışları düşer. Gelirler azalır. Sonra ne olur marka değerimiz?

Sıkıcı olanı, kendini tekrar eden şeyleri seviyoruz. Beklentilerimiz düşük. Başka hiçbir şey yukarıda yazan saçma senaryoyu her sene aynı heyecanla beklememizi açıklayamaz!

5 Temmuz 2012 Perşembe

ZÜBÜK

Aziz Yıldırım sonunda tahliye oldu. Yakında kılıçlar çekilecek. Arkasından atıp tutanlara iyi bilenmiştir diye tahmin ediyorum. Medyadaki sevenleri de hemen yanına koştular. Ertuğrul Özkök yine büyük bir gazetecilik olayı yaptığını gözümüze sokmaya çalışırken, bugün Aziz Yıldırım'dan yalanlama geldi. Ama mesele değil. Her şeyin en iyisini bildiğini zanneden bu büyük ego, bu bozuntuyu da çaktırmamak için elinden geleni yapacaktır.

Bir medya mensubu neden yöneticilerin (iş, siyaset, spor) en yakınında olmak ister? Cevabı belli, tamam. Güç, habere ulaşma, vs. Ben ruhen neden orada olduğunu soruyorum. Ruhunu neden satar? Kendisi hakkında söylenen her kötü sözü nasıl yutabilir? O odadan çıktığı anda, birkaç dakika önce karşılıklı kahkahalar attığı adamın onun arkasından salladığı küfürler kulaklarında çınlamaz mı? Bunu bile bile nasıl yaşar insan? Her gün yaptıkları çok önemli (!) sosyolojik tespitlere benzemez bu durum.

Hayat boyu en tepede olduğunuzu düşüneceksiniz. Sonra bir gün biri gelecek, size haddinizi bildirecek. Kendisine yaranmak için onun da suyuna gideceksiniz. Her türlü şaklabanlığı yapacaksınız. "Türkiye değişiyor, biz de değişiyoruz" safsatalarına gireceksiniz. Merak etmeyin, daha çok değişirsiniz. Ama dikkat edin! Hayatta bilemeyeceğiniz tek şey; mezara ne zaman gireceğinizdir. Planınızı ona göre yapın.