27 Kasım 2010 Cumartesi

BİZİMKİSİ DE KENDİ ÇAPINDA KLASİK

Bu pazartesi dünya futbolunun en muhteşem gösterilerinden biri (kulüp bazında bence en muhteşemi) var. Sırf bu yüzden futbolseverlerin pazartesi sendromu yaşamayacağını bile söyleyebilirim. 891 gazetecinin akredite olacağı, 100.000 Barcelonalı'nın Camp Nou'yu dolduracağı, milyonlarca futbol aşığının televizyon başına kilitleneceği gecede herkesin tek bir beklentisi var: kaliteli futbol. 

Diğer taraftan, İstanbul'da, taraftarlarını her sene gereğinden fazla beklentiye sokan, Avrupa'da başarılı olma hayalleriyle başladıkları sezonları hayal kırıklıklarıyla kapatan iki büyük (!) takımın mücadelesi var. Ne kadar büyük transfer yapılırsa yapılsın, gerek federasyonun gerekse kulüplerin iletişim yetersizliklerinden dolayı, sınırları bir türlü aşamamış bu mücadele son yıllarda Galatasaray-Fenerbahçe mücadelesinin yarattığı suni heyecanı bile yakalayamıyor. Bunun sebeplerinin başında medyanın diğer rekabette daha çok sansasyon yakalaması geliyor. Ama biletlerin satış hızı bile bunun bir realite olduğunun göstergesi. 

Frank Rijkaard, Galatasaray'ın başında olsaydı, 2007-08 sezonunda El Clasico'da karşılaşmış bu iki futbol adamı 4 sene sonra İstanbul derbisinde karşı karşıya gelmiş olcaktı. Bunu 4 sene önce birisi söylese, yüzüne şaşkın şaşkın bakardık herhalde. Ama Frank Rijkaard kasım ayını göremeden yolun sonuna gelince, Bernd Schuster, karşısında Gheorghe Hagi'yi buldu. Onunla da oyunculuk zamanında El Clasico'da karşılaşmaları enteresan bir ayrıntı. 

İki takım da çok kötü bir sezon geçiriyorlar. Ama önemli olan, ikisinin de değerli kulüpler olduklarının ve seyirciye hak ettikleri iyi futbolu sunmak zorunda olduklarının farkına varmalarıdır. Sanırım beklentileri çok yüksekte tutmamak en iyisi. Belki de bu şekilde izlediğimiz oyundan maksimum keyifi alabiliriz. Ya da kendimizi nasıl kandırmak istiyorsak artık!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder