21 Nisan 2012 Cumartesi

TELAFUZ DEĞİL, ANLAYIŞ FARKI!

Bir insan yabancı bir ülkenin takımını neden destekekler? Nasıl heyecan duyabilir onlar sahaya çıkarken? Duyuyor işte. Daha önce hiç görmediği bir şehrin belki de o renklere duyulan sevgiden başka hiçbir ortak zevke sahip olmadığı taraftarlarıyla aynı anda aynı heyecana sahibim şu anda! 1989'dan beri takip ettiğim bir takım Borussia Dortmund. Fosforlu sarı formaları ve "Daltonlar"ı andıran çorapları gözlerimi almıştı. TRT sağolsun, Avrupa'nın belki de en heyecanlı ligi Bundesliga'yı uzun yıllardır ekranlara taşıyor ve bizi Spor Toto Süper Lig'in sıkıntısından uzunca bir süre uzaklaştırıyor.

1990'ların ilk yarısı Borussia Dortmund'un UEFA Kupası'nda sonuna kadar gelip, genelde Juventus'tan çelme yediği yıllardı. Ama 1997 yılı Borussia Dortmund'u destekleyenler hariç, birçok futbolseverin şok olduğu bir yıldı ve Borussia Dortmund, Avrupa'nın en büyüğü oldu. Kaybettiği kritik maçlarla bende bir "Hector Cuper" imajı yaratan Ottmar Hitzfeld, daha sonra gittiği Bayern München ile de büyük bir teknik direktör olduğunu gösterdi. Hala Borussia Dortmund'un efsanevi teknik direktörü olarak hatırlarım kendisini. 2 sezon üst üste şampiyonluk ve bir Avrupa Kupası takımı bir anda göz önüne çıkardı, ama 2000'lerin başında yaşanan finansal sıkıntılar, yaşanan bir Bundesliga şampiyonluğu ve bir UEFA Kupası finaline rağmen, takımı bir belirsizliğe sürükledi.

Her zaman büyük taraftarlıklarımızla övünürüz. Westfalen, maalesef hala Signal Iduna Park'a alışamadım, o büyük sıkıntıların yaşandığı günlerde de boş kalmadı. Taraftar, takımına sahip çıktı. Avrupa'nın en büyük doluluk oranına oynadı hep takım. 2008-2009 sezonunda takımın başına geçen Jürgen Klopp ise kulüp için bir dönüm noktası oldu. Genç teknik adamla oluşturulan genç takım 2011'de şampiyonluğu yakaladı. Bugün de üst üste ikinci şampiyonluk maçına çıkıyor. Henüz Avrupa'da kayda değer bir başarı yok, ama o günler de yeniden gelecek. Herhangi bir yıldız üzerine kurulu olmayan bir takım, sağlam savunması ve etkili hücum silahlarıyla birçok takımın korkulu rüyası. Gelecek sezon için anlaştıkları Marco Reus'la da etkili oyuncularını isteyen takımlara bir anlamda gözdağı veriyorlar. Gidenin yerinin bir şekilde doldurulabildiğinin en güzel anlaşıldığı kulüplerden biri, Borussia Dortmund. Bu takıma gelen her oyuncunun bu renkler için ve bu stadın atmosferinde en iyisini sahaya koyacağını çok iyi biliyor, Westfalen'i dolduranlar. Dünyada "gol"e "tor" diyen belki de tek milletler, ama büyük bir coşkuyla oyundan keyif almaya bakıyorlar.

18 Nisan 2012 Çarşamba

GÖNÜL İSTER Kİ

Play-Off maçları başladı ve ne kadar lüzumsuz bir organizasyon olduğunu hemen gösterdi. Dört takımdan ikisi daha ilk maçlardan havlu attılar. Sadece ilk iki takım, diğer ikilinin hangisinin rakiplerine çelme takabileceğinin hayalini kuracak. Kulüpler Birliği de toplanmış. Gelecek sezon neler olacak, bu şaklabanlık devam edecek mi diye konuşmuşlar. Benim bildiğim Kulüpler Birliği hem Play-Off'u devam ettirir hem de üzerine, düşmeye oynayan takımlar için Play-Out ekler. Neyse, benim aklıma takılan başka bir konu var.

Beşiktaş taraftarı Galatasaray maçında hakemin kötü yönetimine haklı olarak büyük tepki koydu. Ama hareketleri haddi aştı. Sahaya girenler oradaki sporcuların ölümüne bile yol açabilirdi. Dün savcılık kararıyla salıverildiklerini öğrendik. Sebebi ise, arkadan ittirilmeleri sonucu sahaya düşmeleriymiş. Eskiden olsa, gülüp geçerdik. Ama zurnanın akordunun bozulduğu yerdir burası. Şike soruşturmasının ve Sporda Şiddet Yasası'nın en hararetli şekilde tartışıldığı günlerde her gün ekrana çıkan AKP'nin ekran yüzlerinden Spor Bakanı Suat Kılıç bir süredir ortalarda yok. Peki, bugün konuşmayacaksa, ne zaman konuşacak? O kadar tartıştığınız, "Kartlar çıkacak, olay çıkaran yanacak" dediğiniz yasa kimi kapsıyor, hangi ülkenin sporu için  yapıldı? Bu işler öyle sadece konuşmakla olmuyor. Biraz da icraat lazım. "TFF özerktir. Kendi kararlarını kendi alır" muhabbetine hiç girmeyelim. İşlerine geldiklerinde özerk, işlerine geldiklerinde bakanlığın kanatlarının altında olduğunu da biliyoruz.

Suat Kılıç umarım şu anda sadece gözlem yaptığı için konuşmuyordur. Eğer olayların farkındaysa ve yapabileceği bir şey olmadığını düşünüyorsa, vay halimize! Tabii vur deyince öldürebilir de, hazırlıklı olalım. Başbakan "5 yıl Avrupa Kupaları'na gitmeyebiliriz" gafını ağzından kaçırdı bir kere. Kendisinin de başbakana bu lafını yutturtmaması ihtimal dahilinde. Bu durum başbakanı mutlu eder tabii, ama bir ülkenin sporunu, bu spora gönül vermiş gençlerini de bitirir. Biz oturur, Premier Lig izleriz. Sorun değil. Çocuklarımız ileride televizyonda gördükleri gösterinin neden bu topraklarda oynanmadığını sorduklarında da, sizin ileri görüşlülüğünüzü anlatırız kendilerine! Devlet böyle günler için de gereklidir. Biraz vizyon, biraz da cesaret. Haydi...

15 Nisan 2012 Pazar

SENKRONİZASYON

Maç yayınlarına takmış durumdayım son zamanlarda. Ligtv'ye olan sevgim (!) malum, ama Atv'nin kupa maçlarındaki performansı da aklımdan çıkmıyor bir türlü. Ligtv'nin çift spikerli müthiş buluşuna karşı Atv yıllardır kadrolaşmış yorumcularını kullanıyor. İşte bu noktada bende ipler kopuyor. Gazeteler takımları kayırdıkça, televizyonlar "takım" yorumcularına kapılarını açtıkları sürece bitmeyecek bu ıstırap.

İki sezon önce Bursaspor şampiyon oldu. Hani Türkiye'de devrim olmuştu? Anladık, seyirci büyüklerde, tiraj ve reyting büyüklerde. Ama onlara büyük diye diye, adamların ayaklarını yerden kestiniz. Bursaspor'un da şampiyonluğun nimetlerinden yeteri kadar faydalanamaması biraz da kendi hataları tabii. İşte akıllı yönetici kavramı burada ortaya çıkıyor. Bakın gazetecilere. Futboldan anlamıyorlar, ama canlı yayında takımlarının (!) haklarını nasıl koruyorlar?  Spor Toto Süper Lig veya Ziraat Türkiye Kupası'nda iki Türk takımı karşılaşıyor. Galatasaray'ın yenilmesine Levent Tüzemen, Fenerbahçe'nin yenilmesine Gürcan Bilgiç çok üzülüyor. Futbol ileri gitmiyor onlara göre. Nasıl bir pişkinliktir? Kanal müdürlerinin kankalığı müessesesi bu işin kuralıdır. Onlar da oyunu kuralına göre oynarlar. Ömer Üründül ise ayrı bir fenomen. Kendi dünyasında takılıyor. Televizyon çalışanları da kendisini çok seviyormuş. Para bol, haliyle çalışanlara ikram da bol. Olan, ekranda güzel bir şeyler görmek ve duymak isteyen bize olur. Güzel bir şeyler görmek zaten zor, bari kulağımıza bu işkenceyi çektirmeyin.

Maç yayıncılığında görmek istediğim ilk yenilik, spiker ve yorumcu sesinin kısılıp sadece seyirciyi duyabileceğim bir teknolojidir. Parası neyse vereceğim, yeter ki kurtarın bizi bu azaptan.

14 Nisan 2012 Cumartesi

BAŞ AĞRISI

Bazen düşünüyorum da, Türk futbolunu yönetenler kendilerini dünyanın neresinde görüyorlar acaba? UEFA ve FIFA sıralamasını falan boşverin. Yıldırım Demirören sabah kalkıp İstinye'ye giderken, kendini dünyanın en önemli futbol adamlarından biri olarak görüyor mudur? Gerçekten merak ediyorum. Eğer kendisini tanıyanınız varsa, ne olur söyleyin, uyansın bu rüyadan. Yapılmaya çalışılan şeyler komik oluyor, eğreti duruyor. Şampiyonlar Ligi'ni örnek alıyorsunuz, kareografiler hazırlıyorsunuz, sonra bir yağmur yağıyor ve kral çıplak! Ligtv'nin paralı askerleri de ne bahane üreteceklerini şaşırıyorlar. Saçmalamaya başlıyorlar.

Beş yıl Avrupa'ya gitmeyelim derken, bizi bu saçmalığa mahkum etmeyi mi kastettiniz? Ben şahsen istemiyorum. Aklı başında kimsenin de buna dayanabileceğini düşünmüyorum. Utanıyorum bu düzenin bir parçası olmaktan. Evet, maalesef bir parçasıyım. Bu hayatta en çok sevdiğim varlıklardan biri bu ligde oynadığı sürece de öyle olacağım. Ne çok isterdim takımımın ligden çekilmesini ya da en başından bu sevdaya tutulmamayı. Artık yapacak bir şey yok. Tek dileğim; sağduyulu ve cesaretli insanların bir gün kalkıp "Durun artık, çekilin bir kenara!" demeleridir. Para artık bu oyunun en önemli aracı, anladık! Ama bize insanlığımızı kaybettiriyorsunuz saçma sapan ihtiraslarınız yüzünden. Yaptığınız hiçbir şeyi, aldığınız hiçbir kararı karşılıksız bir sevgiyle gerçekleştirdiğinizi düşünmüyorum.

Bir gün bu işleri bırakacaksınız. Arkanızı dönüp bakacaksınız. Gördüğünüz şey, sürekli koşturan insanlar olacak. Ne yapıyor bu adamlar diye bakacaksınız. Aslında tek yaptıkları, sizin yarattığınız enkazı temizlemeye çalışmak olacak. Kulaklarınız çok çınlayacak!

8 Nisan 2012 Pazar

RENK KÖRÜ

Istırabın ikinci perdesi de bitti sonunda. Yıllardır 2 perde olarak izlediğimiz oyun bu sene 3 perde. Neden? Çünkü beylerin keyfi böyle istedi. Dumanını durmadan içlerine çektikleri purolarının ucundaki külleri yine halıların altına attılar. İçerisi pislik dolu. Biz bunu biliyoruz zaten, ama onlar ve ağa babaları Digiturk, hayallerinde yaşattıkları dünyada çok mutlular. Her şey o kadar güzel ki! Heyecan dorukta. Önümüzde 6 güzide hafta daha var. Üstelik 4 büyükler sahada. Adı da şanına yakışır olsun: Süper Final.

Bu sezonun göreceli olarak en başarılı takımı Galatasaray Play-Off'lara önemli bir puan farkıyla girecek diye düşünür sistemi bilmeyen biri. Ama olmaz, olamaz. Burası Türkiye! Aldığın puanları yarıya bölerler, aynı puan sistemiyle devam ederler. Çünkü Türk futbolunu yönetenler en ufak bir matematik zekasına sahip değildirler. Bu muhteşem sistemi ortaya çıkarırken adet yerini bulsun diye bazı akil adamlara elbet danışmışlardır, ki birinin Uğur Meleke olduğunu biliyoruz, ama yine bildiklerini okumuşlar ve ortaya bu durum çıkmış. En basitinden örnek vermek gerekirse; normal sezon sonunda birinci ve ikincinin puanları "90-81" olsaydı, Play-Off'ta "45-41"; "91-82" olsaydı, "46-41" olacaktı. "Ben yaptım, oldu"cular işlerini iyi becermiş.

Elinizi taşın altına sokup bir karar veremediniz. Sezonu geç başlattınız. Haftada neredeyse 3 maç oynattınız. Taraftarları daha önce hiç olmadığı kadar ayrıştırdınız. Kadınları ve çocukları bir cezanın öğeleri yaptınız. Türkiye Kupası maçı olduğunun farkına bile varamadım bazen. Belki Ziraat Bankası bile olmamıştır! Şimdi sezon bitti. Ziraat Türkiye Kupası'nda yarı finale kalan takımlardan Play-Off'ta olmayanlar haftalarca 1 maç için antrenman yapacaklar.

Sadece ânı düşünerek karar verdikleri için onlar da şaşırıyorlar. Eminim ki "Nasıl oldu, hayret?" diyorlardır. Allah yardım etti de yukarıdaki matematik haksızlığına kimse uğramadı. Ama yaptıkları yapacaklarının teminatıdır diye düşünüyorum. Önümüzdeki yıllar çok daha büyük sıkıntılara gebe. Ama sadece bize sıkıntı! Onlara göre her şey kusursuz. Kusur bizim bu kepazelikleri izlemeye devam eden gözlerimizde.