23 Mayıs 2011 Pazartesi

BUGÜN ONLAR, YARIN SEN...

Dün gece Roma'dan İstanbul'a döneceğim uçağımı bekliyordum. Saat sabahın 3'üydü ve yorgunluk gözlerimden akıyordu. Daha önce başıma birkaç kez gelen olay bir kez daha olmuştu. Çok önemli maçlar vardı ve ben eldeki imkansızlıklar nedeniyle televizyon başında değildim. Gerçi internetten sonuçları öğrendiğimde, içimden "Zaten böyle olacaktı. Ne bekliyordun ki?"den başka bir düşünce geçmedi. İki kez yaşadıkları travmayı belki bir kez daha yaşayabilirler diye düşünmüştüm. Bu sefer yaşamadılar. Çünkü yaşamayı hak etmediler. 

Ligin ilk yarısını çok iyi bir puan farkıyla kapatan Trabzonspor, öyle veya böyle, ikinci devrede bütün avantajını yitirdi. Özellikle Burak Yılmaz'ın insanüstü performansı, savunmalarında yaşadıkları sıkıntıları her geçen hafta unutmalarına yol açtı. Son dakikada attıkları goller onların şansı değil, yetenekleri ve hırslarından dolayıydı. Ama Fenerbahçe daha başarılı bir takımdı. Saha dışında yaşadıkları sıkıntıları iyi yönettiler. Kaybettikleri mücadelelerden daha güçlü çıktılar. Şimdi Fenerbahçe'nin nasıl bir "kolej takımı" havasına büründüğünü anlatan yazılar çıkacaktır. Bu tabiri hiç sevmem. Emin olun ki Trabzonspor da çok iyi bir takımdı. Başında çok başarılı bir hocası da vardı. Ama bazı maçlar vardır, bu maçlarda oynadığınız futbol size bir maçtan fazlasını kazandırır. Özgüven çok önemlidir. Sahaya her zaman 1-0 önde çıkartır. İşte Fenerbahçe, Şükrü Saraçoğlu Stadı'ndaki Trabzonspor maçından bu duygularla çıktı. Yarattıkları büyük baskı, şampiyonluk yolundaki rakibinin diğer maçlarındaki psikolojisini de etkiledi. "17'de 17 yapmak imkansız" laflarının safsata olduğunu, iyi bir oyun stratejisiyle her şeyin mümkün olduğunu gördük. Bu durum daha önce Gordon Milne ve Mircea Lucescu döneminde Beşiktaş ve özellikle 1999-2000 döneminde Fatih Terim'li Galatasaray'da yaşandı. Sağlam sistemi olan takımlar bir şekilde kazanıyor. Bunun süresini diğerlerinin yaptığı hamleler belirliyor.

Bu sene ucundan köşesinden biraz olsun içine girme şansı elde edebildiğim medya dünyası bana futbolun sadece bir oyun olduğunu bir şekilde öğretti. Belki tuttuğum takımım başarısızlığı beni psikolojik olarak bu şekilde düşünmeye itmiş olabilir. Ama ben bir galibiyet veya gol (!) görüp göremeyeceğim konusunda emin olmamama rağmen, imkanım olduğunda maçlara gitmeye devam ettim. Sahada o renkleri görmek bile bu oyunu sevmek için güzel bir sebepti. İnsanların sarı-laciverti sevmek için de sebepleri var, bordo-maviyi de. Bunu bir varoluş sebebi olarak görmenin ve savaşa çevirmenin alemi yok. Keyfinize bakın...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder