Sokakta top oynayabilen son nesildik biz. Hiç araba geçmezdi ki. Ankara'da Gazi Osman Paşa'da Çayhane Sokak'ta geçti çocukluğum. Sokağın aşağı kısmı sanki bizim için hazırlanmış bir sahaydı. Yaz aylarında sabahtan akşama kadar, okul zamanı da okul çıkışından hava kararana kadar maçlarımıza ev sahipliği yapardı. O kadar tenhaydı ki, arabalar oyunumuzu bölen, sevilmeyen davetsiz misafirler gibiydi. Ama hiçbir şey bizi oynayabileceğimiz son ana kadar o topun peşinden koşmaktan alıkoyamazdı. 4 adet taş ve bir futbol topuydu tüm ihtiyacımız. Kaleye geçmeye ikna olan, genelde mahallenin en küçüğü, kişiyi arkamızda bırakır, oyunumuza bakardık. Halbuki şimdi baktığımda, en meşakatli işi yaptıklarından dolayı, hepsini başımızın üzerinde taşımamız gerekiyormuş! Topun sahibinin tafralarını söylemeye gerek duymuyorum bile :) Şaka bir yana, güzel günlerdi. Hayaller hayatımızda önemli yer tutardı. Ne zaman biz büyüdük, arabalar evlerin önündeki park yerlerine sığmaz oldu, bizim için de hayatın oyun kısmı sona erdi.
Artık sokakta top oynayan çocuklar yok. Tamam, halı sahalar var. Ama çocukların içindeki yaratıcılıkları, heyecanları ortaya çıkartacakları alanlar da yok. Bu yüzden bu ülkenin olimpiyatlarda iz bırakan bir yüzücüsü yok (Derya Büyükuncu nerede, bilen var mı?). Atletlerimiz devşirme (Lütfen yanlış anlaşılmasın. Irkçı bir yaklaşım kesinlikle yok). Wimbledon'da turlar atlayan bir tenisçimiz de yok (Marsel İlhan da Derya Büyükuncu'nun tenisteki versiyonu olacak sanırım).
Bu vizyonu ortaya çıkartmak bu ülkeyi yönetenlerin boynunun borcudur. Sosyal devlet olmak bunu gerektirir. Her başarısızlıktan sonra yetkilileri hesaba çekip, sonra işi oluruna bırakmak bizi hiçbir yere götürmez. Bunu gerçekleştirememek hepimizin ayıbıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder