Kurulduğu günden beri, yani 20 senedir Şampiyonlar Ligi'ni izliyorum. Gerek Galatasaray'ın, gerekse Avrupa'nın diğer büyük takımlarının bu en büyük arenadaki karşılaşmalarını izlemek her zaman büyük bir keyif ve heyecan oldu benim için. Kalp atışlarım hızlanır. Gözüm hiçbir şey görmez. Star TV'de bizim maçı bitirir, sonra grubun diğer takımlarının maçını banttan izler, o da bitince, gecenin özetlerini beklerdim. Yıllar geçti. Şampiyonlar Ligi daha da büyüdü. Uzun zaman sonra katıldığımız turnuvada yine aynı heyecanla bu akşamki son grup maçını bekliyorum. Ama artan takım sayısı ve D-Smart'ın bir türlü anlaşılamayan yayıncılık anlayışı, benim sadece kendi takımıma konsantre olmamı sağlıyor. Artık diğer maçlarda ne olduğu pek umrumda değil maalesef. Zaten futbolseverlerden ziyade, bahisseverleri daha çok ilgilendirdiğini zannediyorum.
Gelelim bu akşama. Galatasaray yıllarca bu turnuvanın gediklisi oldu. Ama turnuvada daha çok başarısızlıkları ve şanssızlıklarıyla hatırlandı. İyi olduğu sezonda bile turnuvanın fermasyon değişikliklerinin kurbanı oldu. Rakip takımların terör olayları (!) sebebiyle yarattığı anlamsız gerginliklerin ortasında buldu kendini. Sahada futbolcusu polisle, tribünde taraftarı rakip holiganlarla çatıştı! Belki de böylesi anılar daha hatırlanır kıldı bu turnuvayı gözümüzde. En son iyi sezonumuzu 2001-2002 olarak hatırlarsak, çok bekledik. Ama bu sene bir başka.
Her zamanki hataya düşüp, kura çekiminde ballar, lokumlar havada uçuştu ve maçlar başlamadan şeker hastası olduk! Maçlar başladı. 2 maç sonunda alınan 0 puan, salyalarını akıtan medyanın takımın üzerine çullanması için yeterli oldu. Üçüncü maçtan önce yaşanan yağmur her şeyin üzerine tuz-biber ekti. Ama o gün bir dönüm noktasıydı sanki. Deplasmandaki Cluj galibiyetinden sonra Fatih Terim yine lafı gediğine oturtturdu: "TT Arena'da sahaya neyin takıldığını gösterdik: kalite". O gün bize 26 Ekim 1999'daki Hertha Berlin maçını hatırlattı. Bu maç da o maç gibi, bizim dirilişimizdi. Her ne kadar içi saha maçlarında taraftardan yana biraz sıkıntılı olsak da, Manchester United maçı, rakibi o günkü kadrosuna da bakarak, kazanacağımızı önceden hissettiğimiz maçlardandı. Şans artık döndü. Diğer takımların aralarında yaptıkları maçlar da, her büyük turnuvada olduğu gibi, lehimize işledi.
Bu akşam bir sonraki "en kritik 90 dakika"dan önceki son 90 dakika! Dileğim; 9 Aralık 1998'deki Athletic Bilbao maçından farklı olarak, çamura takılan top rakibin önüne düşmesin veya kurtarıcı olarak giren oyuncumuz son dakikada kaleciyle karşı karşıya pozisyonu harcamasın. Geçmişten ders çıkarmakla geçer ömrümüz. İsteğim, bu akşam yepyeni bir geleceğe önayak olsun. Galatasaray'ın kendini tekrar Avrupa'ya hatırlattığı, kendi şansını kendi yarattığı bir gece yaşansın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder