26 Haziran 2012 Salı

ANKA KUŞU

Beşiktaş, yıllar ilerledikçe unutturulmaya çalışılsa da, Türkiye'nin en önemli spor kulüplerinin başında geliyor. Ama bunda tek suçlu basın değil. Son yıllardaki başarılarından dolayı İstanbul'un diğer iki takımının daha çok destekçisi olması da değil. Olay, maalesef, Beşiktaşlılar tarafından sıkça söylenen bir kelimeyle ilintili, "duruş"la. O duruş ilk ne zaman sarsıldı, biliyor musunuz? Büyük taraftarının 1999 yılında söylediği bir tezahüratla: "Ahmet dursun. Seba gitsin". Tamam, belki onun dönemi bitmişti ve kendisi bunun farkında değildi veya farkına varmak istemiyordu. Sonuçta, Süleyman Seba; Beşiktaş'ın onursal başkanı. Peki, Ahmet Dursun, Beşiktaş'ta ne kadar kaldı? Sonra hangi takımlarda oynadı? Değdi mi Süleyman Seba'ya yapılanlara?

Kendisinden sonra başa gelen Serdar Bilgili de güzel adamdı. Vizyonluydu. İşi kolay değildi. Yıllardır yerleşmiş bir yapının yerine yeni bir oluşum yaratmaya çalıştı. Muhteşem geçen bir 100.yıl sezonunda takımın başında olma şerefine erişti. Sonuçta ne oldu? Kötü bir sezonun ardından taraftar onun da başını yedi.

2004 yılı ise, belki de Beşiktaş sevdalılarının yıllarca unutmak isteyeceği bir yıl olacak. Yıldırım Demirören, taraftarın Serdar Bilgili'yi oyundan soğutmasıyla geldi, kulübün iliğini kuruttu, taraftarın protestoları arasında gitti. Şimdi Türk futbolunun kökünü kurutmakla meşgul. Kendisi, taraflı tarafsız herkesin nefretini kazanmakta hiçbir beis görmedi. Kulübü içine soktuğu milyonlarca euro'luk borç yetmezmiş gibi, alacaklarını hibe ettiğini söyleyerek, insanlarla dalga geçmeyi sürdürdü. Beşiktaş yönetimi (ve gelecek olası yönetimler) belki de önümüzdeki 10 yıl boyunca Yıldırım Demirören'in yarattığı enkazı düzeltmeye çalışacak.

"Beşiktaşlı duruşu" sözü yine ortalıkta dolaşıyor. Yeni Başkan Fikret Orman elini taşın altına koydu. Tecrübesizlikten kaynaklanan bazı yanlış demeçleri de oldu. Henüz sofraya yeni katılmış bir kurt gibi görünmüyor. Ama belki de böylesi daha iyi olur. İtidalli duruşu futbol dünyamıza yeni bir görgü getirebilir. Umarım bu büyük camia yapılan hatalardan gerekli dersi almıştır.Belki de yıllardır herkesin dilinden düşmeyen "duruş"un olması gereken şekli budur!
Not: Bu yazı, stad tartışmalarından bağımsız yazılmıştır.

25 Haziran 2012 Pazartesi

FİKRİ SABİT

Türkiye, insanlara duyulan saygının mevkilere göre en çok değiştiği ülkedir belki de. Bu yüzdendir ki, hasbel kader bir yerlere gelmiş kişiler daha önce hayatlarında görmedikleri ilgi ve yalakalıktan dolayı, nereden geldiklerini ve ne olduklarını (olmadıklarını) unuturlar. Daha çok politikacılarda ve bürokratlarda görülür bu durum. Bir de onların yanındaki dalkavuklar vardır. Dikkat ederseniz, "her devrin adamı" sözü bizde çok kullanılır. Herkes kullanır, ama kimin için kullanıldığı büyük bir muammadır. Kimse üstüne alınmaz. Zaten hangi aklı başında insan, kendisine bu sıfatın yakıştırılmasını hazmedebilir? Onların farkındalıkları, olaylar kendi lehlerine geliştiği sürece vardır. İktidarın nimetlerinden faydalanmak kendilerine verilmiş doğal bir haktır. Kullanmamak salaklıktır.

Politikacılar konuşur. Sözün ağızdan bir kere çıktığını unutarak. Kimin canının ne kadar yandığı umurlarında olmayarak. İktidarın verdiği gücü dibine kadar kullanarak. Dalkavuklar arkadan sürekli iter. Nereye kadar mı? Zaman, iktidardakinin söylediklerini anlamsız kılana kadar. Uçurumun kenarına kadar. Söylediklerinin nereye gittiğinin farkında olmayan politikacı, gün gelip de kendi devri sona erdiğinde, son söylediklerinin kendi sonunu getirdiğini uçurumdan düşerken fark edecek. Can havliyle arkasına baktığında ise, arkasını dönüp giden ve aynı anda pis pis sırıtan o dalkavuğu görecek.

Spor Bakanı işte bu yüzden her şeyi emredebileceğini, "Ol!" derse olacağını sanır. Gerekirse, istediğinden fazlasını alacağını bilir. Ondan öncekiler de böyleydi. Ama kendisinin farkında olmadığı bir şey var. Onu diğerlerinden farklı kılacak olan, yaptığı yanlışın farkına varmak ve kendisini düzeltmek olacaktır. Saf mıyım? Belki. Ne de olsa insanız. Siz, insanlara, kendilerine olan güvenlerine ek olarak, bu gücü sınırsızca kullanabileceklerini hissettirdiğiniz anda, geri dönüşü yok. Dua edelim de, karşımızdaki, varoluşunun asıl sebebini unutmasın!

24 Haziran 2012 Pazar

İHTİMÂL DAHİLİNDE

Büyük işadamlarının yazdıkları kitapları okumam genelde. Ahkam kestiklerini düşünürüm. "Nasıl böyle oldum?" sorusuna cevap verirler çoğu zaman. Çok çalıştıklarını eklerler mutlaka cümlenin sonuna. Ukalalık iliklerine işlemiştir. İnsan kendi kaderine ne kadar etki edebilir? Çoğu zaman hayatımızın kontrolü başkalarının elinde. Bunu bilmek hoş değil. Her şeyi bıraktığımı ve her şeye yeniden başladığımı varsayıyorum. Elimdeki imkanları değerlendirebileceğim bir ortamda mıyım?

Bir kez olsun farklı düşünmeye yeltenmemiş bir kalabalığın ortasındayım. Günlük rutinlerinin dışına çıkmak sanki bir intihar sebebi. İşin kötüsü; insanlar bunu sorgulamaktan aciz. Şehir son derece hissiz. Yenilik diye nitelenen her şey, üzerinde eğreti duruyor. Zaten bir süre sonra da unutulup gidiyor.

İstemediğin bir şeyi yapmaya nereye kadar devam edebilirsin? Hayalgücümün sınırlarını görebiliyor olmam hoş değil. Bunun üzerinde çalışmam lazım. En iyisi, biraz uzaklara gitmek galiba. Ne kadar gidersem, kendimden daha çok şey bulacağım kadar uzaklara...