Bugün bir yazı dolaşmaya başladı: "Biz Kazanacağız!". Futbol dünyasının içindeki bütün pisliklere atıfta bulunan ve doğru yola birlikte yönelmemizi isteyen bir yazı. Güzel bir girişim, ama eksiklikleri var. Geriye dönüp düşündürdükleri var. 3 Temmuz 2011 bir milattır. Çoğumuzun tahmin ettiği kapalı kapılar ardında olup bitenlerin biraz da olsa ortalığa döken bir baskın, Türk futbolunun içindeki pisliklerinden arınması için bir fırsattı. Mahkeme bitti. Cezalar açıklandı. Enteresandır, kimsenin yüzü kızarmadı. Yavuz hırsız, ev sahibini bastırdı.
Türk basını önemli bir sınav verdi ve sınıfta kaldı. Zaten senelerdir yozlaştırdıkları ortamlarında saflar iyice belli oldu. Herkes tuttuğu tarafın borazanını öttürmek için yırtındı durdu. Öncelik her zaman patronlarının isteğiydi. Bir de hiçbir şey olmamış gibi susanlar oldu. Onlar eskiden beri romantikti zaten. Bizim bir türlü göremediğimiz, kendilerine ait saf ve temiz bir dünyaları vardı. Orada her şey neşe doluydu, zaten bize ihtiyaçları da yoktu.
Televizyonda hepimizin nefret ettiği, ama izlemekten kendimizi alamadığımız Telegol ve Beyaz Futbol her hafta futbolumuzun güzelliklerinden örnekler sundu! Güzelliklere güzellik kattı! Siz böyle haksız rekabetin olduğu bir ligi büyük bir değermiş gibi izlerseniz, bu arkadaşlar da her hafta ahkâmın kralını keserler. Saçmalıklarıyla ceplerini doldurmaya devam ederler. "Peki sen neden izliyorsun?" diyebilirsiniz tabii. İşte burası da benim tıkandığım yer. Hayatımda en çok sevdiğim şeyin, takımımın bu pis ortamın içinde olması benim suçum değil, aslında onların da değil. Ali Sami Yen de bilemezdi 108 yıl sonunda ülkenin en âdi adamlarının onun kurduğu takıma karşı mücadele edeceğini. Bu sizin hangi ülkede doğacağınıza karar verememenizle aynı. Maalesef bu ligdeyiz. O zaman ortamı düzelteceğiz.
Asıl yapılması gereken, bu pislikleri yaratanları afişe etmek, bu dünyada barındırmamaktır. Ancak adalet olursa, hak yiyenler defolup giderse, bu işten yok yere nemalanlar ortadan kaldırılırsa, biz kazanacağız!
21 Mayıs 2013 Salı
4 Mayıs 2013 Cumartesi
LANET OLASI BİR SEVGİ
66. dakikada Oscar Cardozo topu filelere gönderdiğinde, milyonlarca Türk vatandaşı gibi ben de ayağa fırladım. Ama sevincimi yeteri kadar yaşayamamamın tek bir sebebi vardı: Gökhan Gönül. Başına yediği tekme yürekleri ağızlara getirdi. Bir an için insanlığımı hatırlattı. Maç bitince ise, çok sevinemesem de, Benfica'nın turu geçmesi ile gelen bir rahatlama oldu.
Fenerbahçe'nin Avrupa'da aldığı her başarılı skorda sıkıntı yaşadığımı itiraf etmeliyim. Maçlardan sonraki haftalar boyunca bir sonraki maçta ne olacağı düşündüğüm için olaylara konsantre olmakta zorlandım. Bu duruma yakınlarımın da şaşırdığını söyleyebilirim. Ancak ben şaşılacak bir şey göremiyorum! Her futbol muhabbetinin baş köşesinde yer etmiş olan "endüstriyel futbol"un getirdiği sonuçlardan biri bu. Rakibiniz her yerde yine rakibiniz. İster bu topraklarda, ister yurtdışında. Kazandığı her maç onun kasasına giren para, sıralamada üst sıralara yükselmek demek. Mücadele artık her yerde devam ediyor. Artık 1980'li yıllarda değiliz. Alınan galibiyetler kendimizi dünyaya ispat etmek için değil, ezeli rakibinizi psikolojik olarak ezmek için bir fırsat. "Ama Türkiye, her konuda olduğu gibi, bu konuda da dünyanın kalanından ayrışıyor" derseniz, sizi söylediklerinizi ispata davet etmek zorunda kalabilirim. Bunu bir "vatan hainliği" olarak göstermeye çalışmak ise, sadece başkalarına yaranmak için yapılan popülist bir harekettir.
Aziz Yıldırım'ın Fenerbahçe Başkanı olması, Türk futbolunun milâtlarından biridir. Başkan olduğu 1998 yılından itibaren, Galatasaray'ın sekizinci Türkiye şampiyonluğunu yaşayacak olması Galatasaray taraftarı için mutluluk verici olsa da, Galatasaraylılar arasında Aziz Yıldırım'ın varlığından, bu açıdan da olsa, keyif alanların sayısının fazla olduğunu zannetmiyorum. Ülke futbolunu yönetenlerin ne iş yaptıklarının farkında olmaması, tehditlere boyun eğmeği bırakın, asıl tehdidin kendileri olması; işin keyif kaçıran noktaları.
Rakibiniz artık sadece rakibiniz değil, neredeyse düşmanınız. Onların mutluluğu, sizin mutsuzluğunuz! Tepeden bir demir yumruk inip, "Adam gibi oynayın, yoksa topunuzu alırım!" demediği müddetçe, ya da bizi kendimize getirmek için, İngiltere olduğu gibi, bazı radikal kararlar alınmazsa, bu iş maalesef böyle sürüp gidecek gibi.
Fenerbahçe'nin Avrupa'da aldığı her başarılı skorda sıkıntı yaşadığımı itiraf etmeliyim. Maçlardan sonraki haftalar boyunca bir sonraki maçta ne olacağı düşündüğüm için olaylara konsantre olmakta zorlandım. Bu duruma yakınlarımın da şaşırdığını söyleyebilirim. Ancak ben şaşılacak bir şey göremiyorum! Her futbol muhabbetinin baş köşesinde yer etmiş olan "endüstriyel futbol"un getirdiği sonuçlardan biri bu. Rakibiniz her yerde yine rakibiniz. İster bu topraklarda, ister yurtdışında. Kazandığı her maç onun kasasına giren para, sıralamada üst sıralara yükselmek demek. Mücadele artık her yerde devam ediyor. Artık 1980'li yıllarda değiliz. Alınan galibiyetler kendimizi dünyaya ispat etmek için değil, ezeli rakibinizi psikolojik olarak ezmek için bir fırsat. "Ama Türkiye, her konuda olduğu gibi, bu konuda da dünyanın kalanından ayrışıyor" derseniz, sizi söylediklerinizi ispata davet etmek zorunda kalabilirim. Bunu bir "vatan hainliği" olarak göstermeye çalışmak ise, sadece başkalarına yaranmak için yapılan popülist bir harekettir.
Aziz Yıldırım'ın Fenerbahçe Başkanı olması, Türk futbolunun milâtlarından biridir. Başkan olduğu 1998 yılından itibaren, Galatasaray'ın sekizinci Türkiye şampiyonluğunu yaşayacak olması Galatasaray taraftarı için mutluluk verici olsa da, Galatasaraylılar arasında Aziz Yıldırım'ın varlığından, bu açıdan da olsa, keyif alanların sayısının fazla olduğunu zannetmiyorum. Ülke futbolunu yönetenlerin ne iş yaptıklarının farkında olmaması, tehditlere boyun eğmeği bırakın, asıl tehdidin kendileri olması; işin keyif kaçıran noktaları.
Rakibiniz artık sadece rakibiniz değil, neredeyse düşmanınız. Onların mutluluğu, sizin mutsuzluğunuz! Tepeden bir demir yumruk inip, "Adam gibi oynayın, yoksa topunuzu alırım!" demediği müddetçe, ya da bizi kendimize getirmek için, İngiltere olduğu gibi, bazı radikal kararlar alınmazsa, bu iş maalesef böyle sürüp gidecek gibi.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)